Gözü Kapalı Olmak Ne Anlama Gelir? Tarihsel Bir Bakış
Bir tarihçi olarak geçmişin tozlu sayfalarında gezinirken, insanların bazen “gözü kapalı olmak” deyimini nasıl kullandıklarını fark ederim. Bu ifade sadece bireysel bir durumun değil, aynı zamanda toplumsal bir bilincin, hatta bazen bilinçsizlik hâlinin de sembolüdür. Gözü kapalı olmak, tarih boyunca farklı dönemlerde farklı anlamlar taşımıştır: itaat, inanç, korku, güven veya teslimiyet… Her biri, kendi zamanının ruhunu yansıtır.
Tarihsel Süreçte “Gözü Kapalı Olmak”
İnsanoğlu tarih boyunca birçok defa gözü kapalı kalmayı tercih etti. Orta Çağ’da kilisenin mutlak otoritesi karşısında halkın çoğu, sorgulamadan inanmanın huzuruna sığındı. Bu dönemde gözü kapalı olmak, imanla eşdeğerdi. Çünkü sorgulamak, Tanrı’ya karşı gelmekle eş tutuluyordu. Bu anlayış, bireyin değil, inancın merkeze alındığı bir düzen yarattı.
Rönesans ile birlikte ilk kırılma yaşandı. Artık gözü kapalı kalmak değil, gözünü açmak bir erdemdi. İnsan aklı, sanat ve bilim yeniden değer kazandı. Galileo’nun teleskopu gökyüzüne, insanlığın gözlerini yeniden açtı. Ancak bu uyanışın bedeli ağır oldu. Çünkü “gözü açık” olmak, çoğu zaman iktidarların hoşuna gitmeyen bir tavırdı.
Toplumsal Kırılmalar ve Kör İnanç
19. ve 20. yüzyıllar, “gözü kapalı inanmak” olgusunun yeni bir biçimini yarattı: ideolojik bağlılık. Milliyetçilik, faşizm, komünizm gibi ideolojiler, milyonları gözü kapalı bir şekilde peşlerinden sürükledi. İnsanlar çoğu kez “daha iyi bir dünya” vaadine inanarak kendi vicdanlarının sesini susturdu. Bu süreçte “gözü kapalı olmak”, sadece bireysel bir durum değil, kolektif bir yanılgı haline geldi.
Tarih bize şunu öğretir: Gözü kapalı olmak, bazen inançtan, bazen korkudan, bazen de rahatlıktan doğar. Gerçeği görmek çoğu zaman sancılıdır; çünkü görmek, sorumluluk getirir. Bu nedenle birçok toplum, kolay olanı seçer: gözlerini kapatmak.
Modern Dünyada Gözü Kapalı Olmak
Bugün, teknolojinin ışığı altında yaşıyor olsak da “gözü kapalı olma” hali hâlâ aramızda. Sosyal medyada doğruyu yanlıştan ayırmadan paylaştığımız bilgiler, algoritmalara körü körüne güvenmemiz ya da gündelik yaşamda sorgulamadan tüketmemiz… Bunların her biri, modern çağın yeni biçimlerdeki körlüğüdür. Artık kimse bizi zorla susturmuyor; fakat kendi isteğimizle sessizleşiyoruz.
Bir tarihçi olarak geçmişle bugünü kıyasladığımda, farkın sadece araçlarda olduğunu görürüm. Orta Çağ’da insan kilisenin otoritesine boyun eğerdi; bugün ise dijital dünyanın görünmez kurallarına. O zaman da “inanmak” kolaydı, şimdi de. Ama farkında olmadan, kendi irademizi devretmeye devam ediyoruz.
Gözü Kapalı Olmanın Bedeli
Tarihin her döneminde gözü kapalı kalmanın bedeli ağır olmuştur. Antik Roma’da halk, imparatorun lüks yaşamına sessiz kaldığında özgürlüğünü yitirdi. 20. yüzyılın başlarında Avrupa halkları, diktatörlerin yükselişini görmezden geldiğinde savaşlarla yüzleşti. Bugün de iklim krizinden toplumsal adaletsizliğe kadar pek çok konuda gözlerimizi kapattığımız sürece, tarih kendini tekrar edecektir.
Bir toplumun ilerlemesi, sadece bilime, teknolojiye veya ekonomik güce bağlı değildir. Aynı zamanda gözlerini açabilme cesaretine de bağlıdır. Çünkü sorgulamayan bir toplum, kendi karanlığında kaybolmaya mahkûmdur.
Sonuç: Gözleri Açık Bir Gelecek Mümkün mü?
“Gözü kapalı olmak” deyimi, bireysel bir tutum gibi görünse de aslında tarih boyunca medeniyetlerin yönünü belirleyen bir olgudur. Gözü kapalı kalmak, yalnızca gerçeği reddetmek değil, aynı zamanda geleceği şekillendirme gücümüzden de vazgeçmektir.
Geçmişi anlamaya çalışan bir tarihçi olarak, bugünün insanına şu çağrıyı yapabilirim: Gözlerinizi açın. Çünkü her çağın karanlığı, ancak açık gözlerle aydınlanabilir. Ve belki de tarihin en büyük dersi budur — hakikati görmekten korkmamak.